İletişim, çağımızın en büyük güçlerinden biri. Bu gücü doğru kullananlar, sadece bilgi akışını değil, toplumların kaderini de şekillendiriyor. Türkiye, İletişim Başkanlığı’nın kurulmasıyla birlikte bu alanda yeni bir strateji geliştirdi ve küresel algı operasyonlarına karşı güçlü bir duruş sergilemeye başladı. Ancak bu başarı, bazılarını fazlasıyla rahatsız etti.
Kurulduğu günden bu yana İletişim Başkanlığı ve Fahrettin Altun, sistematik ve bilinçli saldırılara maruz kalıyor. Başlangıçta bu kurumun nasıl çalışacağı bilinmediği için bir süre gözlemlendi. Fakat kısa sürede geleneksel yöntemlerden çok daha farklı bir yol izlediği, özellikle de dijital mecraları ustalıkla kullanarak hükümete yönelik dezenformasyon operasyonlarını boşa çıkardığı görüldü. İşte bu noktadan sonra, saldırılar daha da sistematik hale geldi.
Saldırıların Ana Hedefi Kim?
Bugün hedef tahtasında sadece İletişim Başkanlığı ve Fahrettin Altun yok. Asıl mesele, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle birlikte hayata geçen bu kurumu etkisiz hale getirmek, dolayısıyla Türkiye’nin iletişim stratejisini felç etmek.
Başını muhalefet partilerinin ve fondaş medya gruplarının çektiği bu saldırılar, özünde sadece bir kişiye değil, onun temsil ettiği büyük yapıya yöneliyor. İsrail basını, “Fahrettin Altun derhal durdurulmalı” diye manşet atıyor. İngiliz Reuters ve Yunan medyası, Altun’u “istenmeyen adam” ilan ediyor. FETÖ ve PKK mensupları sosyal medya üzerinden tehditler savuruyor. DHKP-C bile hedef olarak belirlemiş durumda. Bunlar birbirinden bağımsız saldırılar mı? Yoksa ortak bir stratejinin parçaları mı?
Türkiye’nin iletişim alanındaki yükselişi, belli odakları rahatsız ediyor. Muhalefet partilerinin iktidara gelmeleri halinde İletişim Başkanlığı’nı kapatacaklarını söylemeleri de bu durumun açık bir göstergesi. Medya ve bilginin, en güçlü silah olduğu bir dönemde, Türkiye’nin bu alanda etkin olmasını istemeyenlerin hedefleri net: Erdoğan’ın ekibini zayıflatmak ve Türkiye’nin iletişim gücünü sekteye uğratmak.
Fahrettin Altun Neden Hedefte?
Saldırıların temel noktası, kamuoyunda kafa karışıklığı yaratmak. Tıpkı geçmişte Hakan Fidan’a yapılan saldırılar gibi, bugün de aynı yöntemle Fahrettin Altun hedef alınıyor. Hatırlayalım: 2012’deki MİT kumpası operasyonunda Hakan Fidan’a yöneltilen saldırılar, aslında Erdoğan’a ve Türkiye’nin bağımsız istihbarat yapılanmasına yönelikti. Bugün ise benzer bir durum İletişim Başkanlığı üzerinden yürütülüyor.
Dikkat çekici olan, saldırıların aynı anda farklı yönlerden gelmesi. Bir yandan hükümet karşıtı medya grupları, diğer yandan ise AK Parti içinde görünmesine rağmen aslında sadece menfaatleri doğrultusunda hareket eden bazı çevreler, aynı noktada birleşiyor. Kimileri fonlandıkça Erdoğan’ı ve ekibini desteklerken, menfaatleri zedelendiğinde hemen saf değiştiriyor.
Bir başka dikkat çeken nokta da Gezi olaylarından beslenen kültürel elitlerin, Fahrettin Altun’u hedef alarak kendi alanlarını koruma çabası. Kültürel hegemonyalarını kaybettikçe çirkinleşen bu çevreler, iletişim stratejilerinin değişmesiyle birlikte toplum üzerindeki etkilerini kaybetmeye başladılar. Bugün medya ve sanat camiasındaki bazı isimlerin saldırıları da bu kaybın yarattığı öfkeyi yansıtıyor.
Algı Operasyonlarına Karşı Duruş
Gerçekte olan şey şudur: Türkiye, uluslararası arenada etkin bir iletişim stratejisi yürütüyor ve bu strateji, düşmanlarını rahatsız ediyor. Fahrettin Altun’un liderliğindeki ekip, Türkiye’nin küresel marka kimliğini güçlendirirken, aynı zamanda algı operasyonlarını da boşa çıkartıyor.
Bugün Erdoğan’ın yanındaki isimlerin hedef alınması, Türkiye’nin bağımsızlığına yönelik saldırıların bir parçasıdır. Cumhurbaşkanımızı doğrudan hedef alamayanlar, önce onun yol arkadaşlarını yıpratmaya çalışıyor. İşte bu yüzden, tıpkı Hakan Fidan döneminde olduğu gibi, bugün de aynı saldırı metodları devrede.
Oyun Büyük, Ama Türkiye Daha Büyük
Bugün İletişim Başkanlığı’na ve Fahrettin Altun’a yönelik saldırılar, sadece kişisel değil, doğrudan Türkiye’ye yönelik hamlelerdir. Algı operasyonlarıyla Erdoğan’ın ekibini zayıflatmaya çalışanlar, aslında Türkiye’nin uluslararası alandaki yükselişine set çekmeye çalışıyorlar.
Ama unuttukları bir şey var: Türkiye artık eski Türkiye değil. Hükümetin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde, ülkemiz iletişim savaşlarında en güçlü aktörlerden biri haline geldi. Ne İsrail basınının hedef göstermesi ne İngiliz medyasının kara propagandası ne de içimizdeki menfaat gruplarının ihaneti bu yürüyüşü durdurabilir.
Son olarak, şu soruyu kendimize sormamız gerekiyor: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı savunuyormuş gibi yaparak, onun en yakın mesai arkadaşlarına saldıranlar, gerçekten bu davaya hizmet mi ediyorlar, yoksa büyük bir oyunun figüranı mı oluyorlar?
Bize düşen, maskeleri indirmek ve gerçekleri görmek. Çünkü Türkiye’nin geleceği, bu iletişim savaşlarında verilecek doğru mücadeleye bağlıdır…