Bir Fetih, Bir Vezir, Bir İdam…

Yıl 1451… Manisa Sancağının valisi genç şehzade II. Mehmed, babası II. Murad’ın ölümüyle ikinci kez Osmanlı tahtına çıkmak üzere yola çıkar. Gökyüzü açık ama ufukta kara bulutlar dolaşıyordur. Devletin başında her daim bir padişah vardı; fakat gerçek iktidarın ipleri başkasının elindeydi: Çandarlı Halil Paşa.
Çandarlı Halil Paşa, devletin “aklı”ydı. Tecrübesiyle, zekâsıyla ve geçmişteki başarılarıyla bir asırdır Osmanlı’yı şekillendiren Çandarlı ailesinin son halkasıydı. Saraydaki vezirlerin susup boyun eğdiği, sipahilerin selam durduğu bir adamdı. Padişahlar değişir ama Çandarlı’nın sözü baki kalırdı.
Fatih Sultan Mehmed Han, daha çocukken anlamıştı Çandarlı Halil Paşa’nın Devlet-i Aliyye üzerindeki gölgesini… İlk defa on iki yaşında tahta çıktığında, Haçlı orduları Edirne kapılarına dayanmış, Çandarlı Halil Paşa da alelacele II. Murad’ı tahta çağırmıştı. Genç padişah II. Mehmed herkesin gözleri önünde tahtından indirilmiş, rüştü yok sayılmıştı. II. Mehmed, o günden sonra Çandarlı Halil Paşa’nın gözlerine bir daha asla güvenle bakmayacaktı. Kalbinde, bir gün onunla hesaplaşacağı vakti besledi. Sabırla bekledi, ilmek ilmek işledi içindeki kini, nefreti. Çandarlı Halil Paşa’nın onu savaş kazanamayacak kadar aciz görmesini yüzüne tokat gibi vuracağı günü bekledi.
Yıllar geçti. II. Mehmed büyüdü, Devlet-i Aliyye’nin başına geçerek Sultan II. Mehmed oldu. İlmiyle, zekâsıyla, savaş dehasıyla olgunlaştı. Herkes onun gençliğini konuşurken, o Bizans’ın kalbini fethetmenin hayalini kuruyordu. Fakat o hayalin önünde duran bir duvar vardı; o duvarın adı yine Çandarlı Halil Paşa idi.
Konstantiniyye’ye Giden Yol
1453 baharı… Osmanlı ordusu büyük bir sefere hazırlanıyordu. Hedef artık açıkça konuşuluyordu: Konstantiniyye. Doğu Roma’nın başkenti, asırlardır İslam dünyasının rüyası olan şehir… Çandarlı Halil Paşa ise bu fikre karşıydı. Ona göre böyle bir fetih, devletin akıl sınırlarını zorlardı. “Konstantiniyye alınamaz!” diyordu Çandarlı Halil Paşa, Dîvân-ı Hümâyun’de. “Surları aşmak mümkün değildir. Avrupa birleşir, Haçlılar gelir, devlet çöker!” diye haykırıyordu.
Ama Sultan II. Mehmed başka düşünüyordu. Geceleri sur planlarını inceliyor, toplar döktürüyor, yeni kuşatma teknikleri geliştiriyordu. Çandarlı Halil Paşa’nın her itirazı, Sultan II. Mehmed’in gözünde onun sadece bir vezir değil ayrıca bir fetih kırıcı haline gelmesine neden oluyordu. Çandarlı Halil Paşa’nın her sözü Sultan II. Mehmed’i biraz daha hırslandırıyordu fetih için… Tahttan indirttiği o küçük şehzade değil, çağları kapatıp, çağları açacak bir dünya lideri vardı Çandarlı Halil Paşa’nın karşısında ama o farkında değildi.
Bazı söylentilere göre Çandarlı Halil Paşa, Bizans içinden bazı kişilerle yazışıyor, İstanbul’un düşmemesi için perde arkasında diplomasi yürütüyordu. Elbette bu iddialar hiçbir zaman tamamen kanıtlanmadı; ama şüphe bir kez yerleşmişti Sultan II. Mehmed’in içine. Artık o, Çandarlı Halil Paşa’ya “vezirim” değil, “vesayetçim” diyordu.
Kutlu Fetih ve Sessizlik
6 Nisan 1453’te kuşatma başladı. Çandarlı Halil Paşa, İstanbul önlerinde Sultan II. Mehmed’in yanında değil, geride duruyordu. Yeniçerilerin morali, onun fethin gerçekleşemeyeceği, geri dönülmesi gerektiği gibi sözleriyle düşerken, Sultan II. Mehmed gece gündüz Bizans’ın aşılmaz denilen surlarına karşı yeni saldırı düzenleri çiziyordu. Şahi topları, Haliç’e indirilen gemiler, lağımcı birlikler… Hepsi Sultan II. Mehmed’in güçlü iradesinin ve zekâsının ürünüydü.
Ve 29 Mayıs sabahı… Kostantiniyye düştü. Kostantiniyye, artık Konstantinopolis değildi; İstanbul’du. Sultan II. Mehmed’in adı artık Fatih Sultan Mehmed Han olarak anılıyordu.
Fatih Sultan Mehmed Han atının üzerinde Ayasofya’ya girerken, Çandarlı Halil Paşa sessizdi. Zafer artık onun değil, Fatih Sultan Mehmed Han’ın zaferiydi. Ve genç padişahın gözlerini, bu zafere inanmayan, engellemek isteyenlerin yüzüne kısık ve öfke dolu şekilde baktı… Engellenmek istenen sadece Kostantiniyye’nin fethi değil, aynı zamanda Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) müjdesine nail olmaktı.
İntikam mı, Adalet mi?
Kostantiniyye’nin fethinden birkaç hafta sonra saray içinde fısıltılar artmaya başladı. Çandarlı Halil Paşa’nın görevden alınacağı, hatta daha ileri gidileceği konuşuluyordu. Ve bir gün, emir çıktı: Çandarlı Halil Paşa ve çocukları tutuklandı. Çocukları daha sonra serbest bırakıldı ama Çandarlı Halil Paşa Yedikule’de Altın Kapı’da 40 gün hapis edildi. 10 Temmuz 1453 tarihinde gözlerine mil çekildi ve idam edildi. Daha sonra oğlu İbrahim Paşa tarafından İznik’e götürülüp bugünkü türbesine defnedildi.

Bazı tarihçiler, idamın siyasi bir hamle olduğunu söyler. Bazılarıysa “ihanet” iddialarını dillendirir. Ama ortada tek bir gerçek vardı: Osmanlı tarihinde ilk kez bir vezir-i azam boğdurularak idam edildi. Üstelik bu kişi, devleti fetihle taçlandıran padişahın yoluna taş koyan adamdı.
Bir Devrin Sonu, Bir İmparatorluğun Başlangıcı
Fatih Sultan Mehmed Han, o gün sadece bir şehri değil, bir imparatorluğu fethetti. Ama aynı zamanda Osmanlı tarihinde vezirlerin gücünü sınırlandıran bir çağın da kapısını açtı. Çandarlı ailesi, saraydaki yerini kaybetti; yerini devşirme kökenli sadrazamlar almaya başladı. Bu olay, bir anlamda Osmanlı’nın “hanedan-merkezli” yeni siyaset anlayışının da doğuşuydu. Artık kimse padişahın iradesinden üstün olamazdı.
Tarihin göğünde bir yankı hâlâ sürer: “Devletin temelini atan adam, kendi kurduğu tahtın altında ezildi.”
Çandarlı Halil Paşa’nın hikâyesi; iktidarın nasıl bağımlılık yarattığını, padişahın gözünde sadakatin ne kadar değerli olduğunu ve en zeki vezirlerin bile padişahın hayal gücünü aşamaması halinde tarihten silineceğini anlatır bize. Fatih Sultan Mehmed Han ise, bu hikâyede yalnızca bir fatih değil; aynı zamanda devletin ruhunu yeniden biçimlendiren bir lider olarak öne çıkar…