Yargı Haberleri

Anadolu’nun Kapısını Türklere Açan Zafer: Malazgirt

Yazın ortalarıydı… Horasan’dan, Merv’den, Nişabur’dan ve Azerbaycan’dan gelen kervan yolları askerlerle dolup taşıyordu. Halk, Sultan Alparslan’ın sefer emrini duyunca köylerde ateşli bir koşuşturma başladı. Kadınlar tandırlarda ekmek pişiriyor, koyunlar kurban edilip etler kurutuluyor, keçi derilerinden su tulumları hazırlanıyordu. Cenk için yola düşen alplar hatunları ve evlatlarıyla vedalaşıyor, atalarının hayır dualarını alıyordu.

Her otağdan bir yiğit çıkıyordu. Oğlunu sefere gönderen bir ana, gözyaşlarını gizleyip “Şehit olursan Peygamber’e komşu ol, gazi olursan bana yüz akı ol evlat…” diyerek uğurladı. Alpların arkasından bir avuç toprak serpilir, “toprağına dön” duasıyla uğurlanırdı.

Ordu yürüyüşteydi. Günlerce süren yolculuklarda alplar çadırlarda değil, gökyüzünün altında yatardı. Kavut (kavrulmuş buğday unundan yapılan karışım), kurutulmuş et ve ayran yiyip, kopuz eşliğinde destanlar söylenirdi. Alp Er Tunga’nın, Oğuz Kağan’ın hikâyeleri ateş başında dillendirilir; bu destanlarla cesaretlerine bir cesaret daha eklenirdi. Sabah ezanıyla uyanılıp kılınan namaz ve edilen duaların ardından atlar sulanıp, eyerlenir, kılıçlar bilenir, oklar düzlenirdi.

Askerler arasında sadece Türkler yoktu; Kürtler ve Araplar da vardı. Her birinin gözü aynı amaç için parlıyordu: Bizans’ın büyük haçlı ordusuna karşı İslam’ın sancağını dalgalandırmak…

Sultan Alparslan’ın ordusu sayı bakımından Bizans’tan küçüktü; okçular, sipahiler ve göçerler olmak üzere 40 bin civarı askeri vardı. Ama disiplin ve taktik bakımından çok üstündüler.

Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’in Küstah Tavrı

26 Ağustos sabahı otağından çıkıp ordunun önünde beyaz kaftanı ile adeta kefenini giymiş gibi duran Alparslan’ın yanında Nizâmülmülk gibi devlet aklının sembolü bir vezir, arkasında ise beyler ve gaziler vardı. Malazgirt ile Ahlat arasındaki geniş ovada, kendi ordugâhının yaklaşık 7–8 kilometre uzağında, ovaya yayılmış halde duran düşman kuvvetlerini gördü. Çatışmayı önlemek amacıyla imparatora elçiler göndererek barış teklifinde bulundu. Ancak imparator, Sultan Alparslan’ın bu girişimini ordusunun ihtişamı karşısında bir korkaklık göstergesi olarak yorumladı ve teklifi reddetti. Dahası, gelen elçilerin ellerine birer haç tutuşturarak onları geri yolladı; böylece onlara Müslümanları, Hristiyan olmaya ikna etmeleri yönünde alaycı bir mesaj vermek istedi.

Sultan Alparslan’ın barış önerisine küstahça yanıt veren Bizans İmparatoru Romanos Diogenes ile uzlaşmanın mümkün olmadığı anlaşılmıştı. Sultan Alparslan, şehit düşmesi halinde nerede düşerse kendisinin oraya defnedilmesini emretti. Dev Bizans ordusu karşısında korkup geri çekilmek yerine kefeniyle savaş meydanına tüm heybetiyle çıkan Sultan Alparslan’ı gören alpların gücüne güç katıldı.

Savaş için son hazırlıklar Bizans tarafında da aynı şekilde devam ediyordu. İmparator Romanos Diogenes, bu savaşı kazanması halinde şanının daha fazla artacağı inancıyla en heybetli savaş zırhlısını kuşandı. Papazlar askerleri kutsayarak cesaretlerini arttırıyordu.

Romanos Diogenes, ordusunu Bizans’ın köklü askerî geleneklerine uygun biçimde tertip etmişti. Ordunun merkezinde, birkaç sıra derinliğe yayılmış, ağır zırhlarla donatılmış piyade birlikleri yer alıyordu. Merkezin iki yanında ise güçlü süvari kolları konuşlandırılmıştı. Komuta düzenine göre; merkezin idaresi bizzat İmparator Romanos Diogenes’in elindeydi. Sol kanat General Bryennios’a, sağ kanat ise Kapadokyalı General Alyattes’e emanet edilmişti.

Ordunun arkasında ise dikkate değer büyüklükte bir yedek kuvvet bulunuyordu. Bu rezerv, özellikle taşra eyaletlerinde nüfuzlu soyluların kendi özel ordularından derlenmiş askerlerden oluşuyordu. Yedek kuvvetin başına genç Andronikos Dukas getirilmişti. Ancak bu seçim oldukça şaşırtıcıydı; zira Andronikos, eski imparatorun yeğeni ve İoannis Dukas’ın oğluydu. Bu aile, Romanos Diogenes’in tahta çıkışına karşı açıkça muhalefet edenler arasında yer alıyordu.

Malazgirt Meydan Savaşı

Savaş, öğle vaktinde Türk atlılarının ani ve toplu ok yağmuruyla başladı. Türk ordusunun büyük kısmı atlılardan oluşuyordu ve her birinde ok bulunuyordu. Bu ani saldırı Bizans saflarında ciddi kayıplara yol açtı. Ancak Bizanslılar, disiplinlerini bozmadan düzenlerini korumayı başardılar.

Bunun üzerine Sultan Alparslan, ordusuna yanıltıcı bir geri çekilme emri verdi. Küçük birliklerini gerilerde gizlemişti ve ordusunu bu birliklerin bulunduğu yöne doğru çekti. Bu gizlenmiş kuvvetler az sayıda ama son derece düzenliydi. Türkler, arka hatlarda hilal biçiminde yayılmışlardı.

Türklerin hızla geri çekildiğini gören İmparator Romanos Diogenes, düşmanın güçsüz kaldığını, kalabalık Bizans ordusundan korkarak kaçtıklarını sandı. Zaten en başından beri zaferine inancı tam olan imparator, bu bozkır hilesine kanarak ordusuna saldırı emri verdi.

Hafif zırhları sayesinde Türkler hızla geri çekilirken, ağır zırhlarla yavaşlamış Bizans süvarileri onları yakalayamıyordu. Yine de Bizans ordusu, inatla takibi sürdürdü. Yan geçitlerde gizlenen Türk okçuları, kovalayan Bizanslıları ustaca vuruşlarla yıprattılar. Fakat imparator, bu kayıplara aldırmayarak ordusunu ileri sürmeye devam etti.

Zamanla Bizans askerleri ağır zırhlarının da etkisiyle yorgun düştü; ordunun hızı kesildi. Buna rağmen Romanos Diogenes, düşmanı kovalamaktan vazgeçmedi. Ne var ki Bizans ordusu, ilerlerken farkında olmadan fazla açılmış ve Türklerin çevre kuşatması altına girmişti. Durumu çok geç fark eden imparator, geri çekilmekte tereddüt etti.

Hilal Taktiği

Tam bu esnada geri çekiliyor gibi görünen Türk süvarileri, ani bir manevrayla yönlerini değiştirip doğrudan Bizans ordusuna saldırıya geçti. Geri çekilme yolları da Türk birlikleri tarafından kesilmişti. Bir anda kuşatıldığını gören Diogenes, paniğe kapılarak geri çekilme emri verdi. Ancak çok geçti. Türklerin ana kuvvetleri yetişmiş ve Bizans ordusunun etrafını tamamen sarmıştı.

Bu esnada bazı Bizans generalleri paniğe kapılıp kaçmaya kalkışınca, askerler arasındaki düzen tamamen bozuldu. Umutsuzluğa düşen Bizanslılar, en büyük savunma güçleri olan ağır zırhlarını bile çıkarıp kaçmaya çalıştılar. Fakat her biri, savaş meydanında ustaca kılıç kullanan Türk alplarının önünde çaresiz kaldı. Böylece Bizans ordusu, büyük ölçüde yok edildi ve Malazgirt Ovası’nda tarihin akışını değiştiren büyük bir zaferi kazanıldı.

Askerler, gece savaş meydanında ateş başında toplandılar. Kimi şehit düşen arkadaşının destanını anlattı, kimi yarasını sararken göğe bakıp şükretti. O gece yıldızlar sanki daha parlaktı; Anadolu’nun kapılarının Türklere açıldığını haber veriyorlardı.

Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’in Esareti

Malazgirt’te büyük mağlubiyetin ardından Bizans İmparatoru Romanos Diogenes, esir edilerek Sultan Alparslan’ın huzuruna çıkarıldı. Tüm bakışlar bu iki büyük hükümdarın karşı karşıya gelişindeydi. Savaş meydanının kanlı havasında, tarihe geçecek şu diyalog yaşandı:

Alparslan: “Eğer ben senin önüne esir olarak getirilseydim, bana ne yapardın?”

Romanos Diogenes: “Ya öldürürdüm ya da zincirlere vurup Konstantinopolis sokaklarında teşhir ederdim.”

Alparslan: “Benim vereceğim ceza ise çok daha ağır: Seni affediyorum ve serbest bırakıyorum.”

Bu sözlerle Sultan, büyüklüğünü yalnız kılıcıyla değil, merhametiyle de gösterdi. Alparslan, Diogenes’e nazikçe muamele etti; savaş öncesinde olduğu gibi yine barış teklifinde bulundu.

İmparator, bir hafta boyunca esir gibi değil, Sultan’ın misafiri gibi ağırlandı. Bu süre içinde Alparslan, Antakya, Urfa, Hierapolis (Ceyhan yakınlarında bir şehir) ve Malazgirt’in teslimi karşılığında Diogenes’e Konstantinopolis’e dönebilme taahhüdünü verdi. Bu antlaşma, Anadolu’nun güvenliği açısından hayati öneme sahipti. Sultan Alparslan ayrıca Diogenes’in özgürlüğü karşılığında önce 1,5 milyon altın istedi; fakat Bizans bunun çok ağır bir bedel olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Alparslan, daha makul bir şart sundu ve her yıl 360.000 altın haraç ödenmesi karşılığında imparatoru serbest bırakmayı kabul etti.

Sonrasında Sultan, Diogenes’in kızlarından biriyle evlenerek siyasi bağları güçlendirdi. Ayrıca imparatora değerli hediyeler vererek, dönüş yolunda ona eşlik etmesi için iki komutan ve yüz Memlük askeri görevlendirdi.

Tahtın Kaybı

Ne var ki Konstantinopolis’e döndüğünde Diogenes, artık eski kudretini bulamadı. Otoritesi sarsılmış, rakipleri güç kazanmıştı. Özel muhafızlarına yüksek maaş bağlamasına rağmen tahtı elinden alındı. Gözleri kör edilerek Proti Adası’na sürgün edildi. Kör edilme sırasında bulaşan bir enfeksiyon, kısa süre sonra hayatına son verdi.

Daha da acı olanı, Anadolu uğruna büyük mücadeleler veren imparator, son kez ayak bastığı bu topraklarda yüzü yara bere içinde, bir eşeğin üzerinde teşhir edilerek gezdirilmişti. Böylece Bizans’ın mağrur imparatoru hem tahtını hem de şerefini kaybetmiş olarak tarihe karıştı.

Malazgirt’te yalnız bir savaş kazanılmadı; bir yurt kuruldu. O günün askerleri, köylerinden çıkan sıradan yiğitlerdi; ama tarih onları bu destanın kahramanları yaptı. Sultan Alparslan’ın dediği gibi:

Bugün biz kazandık; ama asıl kazanan, bizden sonra bu topraklarda yaşayacak olan nesillerdir.

Ve o nesiller, biz olduk…